ZORDUR DOKTOR OLMAK TAŞRADA

ZORDUR DOKTOR OLMAK TAŞRADA
“Düziçi, zorunlu hizmet anıları, 1986”

Evet zordur doktor olmak taşrada. Hele kadın doğum uzmanı olunca. Erkek doktora normal muayene olmamak için direnen kadınları jinekolojik muayene etmenin ne kadar zor olduğunu anlamak için böyle bir yerde yapmak gerekiyormuş zorunlu hizmeti. Öyle uzak bir yerde de değil, Adana’ya 110 km uzaklıkta bir ilçede, Düziçi’nde.
Benim öyküm eş durumundan zorunlu hizmet kurası çekip, karımın çalıştığı yerden 110 km uzağa gitmemle başlar.

Çektim kurayı bir Cuma günü
Düziçi Devlet Hastanesi kadın doğum kliniği.
Acaba neresi?
Gidip bir görmeli diye, pazartesi bindim minibüse.
Adana’ya 110 km uzaklıkta şirin bir ilçe.
Sordum minibüs şoförüne, Devlet Hastanesi neresi diye,
“Abi”, dedi, “Benim bildiğim yok burada hastane.”
Şaşırdım önce bu şoför de deli mi, diye,
Nasıl bilinmezdi küçücük bir yerde bir hastane.
Sonra bir çocuk karıştı söze, döndü şoföre
“Eski hayvan pazarının yerinde kurulan Hal binası var ya
Herhalde orayı soruyor bu amca.”
Sezdirmek istemedim kimseye irkildiğimi.
Olur mu hayvan pazarında, hal binasından hastane
Ama akılda tutmak lazım, burası Türkiye.

İşte böyle başladı Düziçi maceram. Sora sora buldum hastaneyi. Tek katlı, çok camlı bir bina. Ne etrafında bir duvar ne de bir yazı. Sonradan anlattılar. Belediye Hal binası olarak inşa etmiş. Bu arada hastane yapmak için uygun bir bina aranıyormuş. Belediye geçici olarak Bakanlığa bu binayı devretmiş. Gerçekte de tam bir Hal binası. Ortada kocaman bir boşluk ve bu boşluğa kapısı açılan 15-20 dükkân. (Sonradan bu dükkanların camlarını boyayıp kimini poliklinik odası yaptık, kimini hasta odası.) Elinizi yıkayacak lavabo yok. Ben hastaneye tayini çıkan ikinci uzmanım, Düziçi’ne gelen ilk kadın doğumcuyum, üstelik de erkeğim.

Paniğe kapıldım görür görmez binayı
Ben burada mı çalışacaktım?
Alt yapısı sıfır olan binada
Nasıl bir kadın doğum kliniği kuracaktım?
Parasız pulsuz ödeneksiz
Nasıl ve nereden araç gereç bulacaktım?

Ameliyat yapacak, doğum yaptıracak uygun bir oda bile yoktu.
Ama burada iki yıl çalışmam yasayla gösterilen bir zorunluluktu.

Neyse, sıkmayayım sizleri. Bir ay içerisinde Belediye, binanın arkasına briketten üç odalı bir yer inşa etti. Bir odasını ameliyathane yaptık, bir odasını doğumhane. Sonra Bakanlıktan, Sağlık Müdürlüğü’nden, Devlet Hastanesi’nden vs.. bir takım kaynaklar, eskimiş aletler, kullanılmayan gereçler bularak ameliyathaneyi ve doğumhaneyi açabildik. Ama 8 ay sonra.

Anlatmak istediğim bu değildi aslında
Lâf lâfı açtı geldik buraya,
Özgün olan şey Adana’ya bu kadar yakın bir yerde
Tepkisiydi kadınların kadın doğumcu erkeğe.

40 yaşın üstündeki kadınların hepsinin
En az 10 çocuğu vardı.
Aile plânlaması tam anlamıyla Allah’a kalmış,
İnanışlara göre spiral takmak çok günahtı.
Spiralli kadın ölürse cenabet kalır,
Doğum kontrol hapı mı,
Aman Allah kanser yapardı.
Prezervatif erkeğe zarar,
Allah yarattığının rızkını da yollardı.

Polikliniğe başladıktan sonra beni en fazla çileden çıkartan şey hastaların eyvah erkekmiş diyerek geri kaçmaları idi. Her gün iki-üç hasta çıkıyordu böyle. Erkekten kadın doğum doktoru öcü sanki. Bu arada yakındaki sağlık ocağına tayini çıkan karıma da bu konuda dert yanıyorum her akşam. Bir gün bana bir hasta gönderirken uyarıda bulunuyormuş, “hanım seni kadın doğum uzmanına göndermem gerekiyor. Benim kocam hastanede çalışıyor..” Kadın sevinmiş, “senin kocanda mı doktor, olur giderim” demiş. Karım, “ama erkek diye sakın muayene olmadan gelme” deyince kadın gözlerini açmış, nee…, “erkek mi, öyleyse gitmem” demiş. Karımın kocası kadın olacak değildi ya. Böyle bir yerdi burası işte.

Göreve başlamak için gelirken Düziçi’ne
Hiç kimseye kızmayacağım diye söz vermiştim kendime.
Bağırmayacaktım insanlara, sinirlenmeyecektim asla.
Saygı gösterecektim tüm insanlara.
Ters gelse de bir takım hareketleri,
Yavaş yavaş düzeltmeye çalışacaktım.
Düziçi’nde örnek bir kadın doğum kliniği kuracaktım.

Sinirlenmeyeceğim dedim ya, işte bir poliklinik günüm. (Parantez içindeki yazılar aklımdan geçen, söylemek isteyip de söyleyemediklerimdir.)

– Geçmiş olsun hanımefendi, buyrun oturun.
Hasta geçer oturur karşıma. Ben beklerim, o bekler.
– Ne şikâyetiniz var?
Hanım da ses yok.
– Hanım ne şikâyetin var.
– Kimin, benim mi?
– (Yok babanın, başka kim var karşımda?) Evet hanım senin.
– Doktor sen misin?
– Evet benim.
– Kadın yok mu?
– (Var. Esmer, sarışın, nasıl istersin.) Yok hanım, ben varım. Şikâyetini söyler misin?
Sandalyeyi öne çeker, yerinde biraz kımıldar, başörtüsüyle oynar, başını öne eğer.
– Şeyy…
– Evet…
– Kadın hastalığı.
– (Erkek hastalığı olacak değil ya. Ama sinirlenmek yok. Daha ilk hasta) Sana ne zararı var.
– Sancılanıyom.
– Neren sancılanıyor?
– İnce belim.

Hâlâ öğrenemedim ince bel neresi kalın bel neresi? Neyse sakin sakin hastayı
muayene eder gönderirim. İkinci hasta girer.

– Geçmiş olsun hanım, buyur otur şöyle. Ne şikâyetin var?
– Şeyyy… kadın hastalığı.
– Nasıl bir şey bu kadın hastalığı, sana ne yapıyor?
– Eeee… başım ağrıyor, omuzlarım sızlıyor.
– Hanımcığım ben kadın doğum doktoruyum. Başa omuza bakmam aşağılara in
lütfen.
Kadın mahcup başını eğer, bir iki anlamsız söz eder. Kımıldar…

– Hanımefendi kadın hastalığı ile ilgili yakınmanızı söyleyin lütfen.
– Bir şikâyetim yok.
Artık hastadan spontan öykü alınamayacağı anlaşılmıştır. Yönlendirmek gerekir.
– Adetlerin düzenli mi?
– Benim mi?
– (Yok ananın) Evet, sizin.
– Heee…
– Çocuğun var mı?
– Yok.
– Kaç yıllık evlisin?
– Bu fıstık zamanı üç yıl olacak.
Artık bilmece çözülmüştür. Hastanın derdi anlaşılmıştır. Çocuğu olmadığı için
gelmiştir. Ama söylemeye utanır.
– Kocan yanında mı?
– Yok, Arabistan’da çalışıyor.
– Hiç gelmiyor mu?
– Senede bir kez geliyor, 15 gün kalıyor.
Neyse ben yine sinirlenmeden hastaya kocasız gebe kalmanın olanaksız olduğunu
anlatır gönderirim. Üçüncü hasta gelir. Esmer derili, göçmen vatandaşlarımızdan biridir bu.
– Geçmiş olsun, otur bakalım.
– Sağol.
– Ne şikâyetin var?
– Doktor sen misin?
– Hayır canım, ben ebeyim (Hemşireyi göstererek) doktor bu.
– İyi öyleyse sen çık, ben doktora muayene olacağım.
– (Artık dayanamam) Hanım sen aptal mısın?
– Heee… apdalım.
– (Herhalde anlamadı diyerek) Hanım sen aptal mısın?
– Heee… apdalım.
Aman tanrım aptallığı peşin olarak kabul ediyor. Biraz utanırım hastaya aptal dediğim
için. Ama artık çileden çıkmaya hazırım.
– Be kadın sen salak mısın?
– Iıhh… ben apdalım.
Sonradan öğrendim, bu bölgede esmer derili göçmen vatandaşlarımıza apdal
deniyormuş. Muayene eder gönderirim. Dördüncü hasta gelir.
– Geçmiş olsun hanımefendi, şikâyetiniz nedir?
– Kasıklarım ağrıyor.
– İdrarınızı yaparken sancı var mı?
– Yok ağrı var.
– (Ağrı ile sancı arasındaki farkı bilen beri gelsin) Sık sık idrara çıkıyor musunuz?
– 3-4 günde bir çıkıyorum.
Eminim sizin de aklınıza akut böbrek yetmezliği gelmiştir.
– Hanım nasıl olur da 3-4 günde bir çıkarsın. Normalde günde 3-4 kere yapılır bu iş.
– Haa…, sen su dökmeyi soruyon, sık sık çıkıyorum.
Böylece burada benim idrar dediğime su dökmek dendiğini ve idrarın gaita ile eş
anlamlı kullanıldığını öğreniyorum. Bu eğitimin daha sonra idrar mikroskopisi istediğim bir hastadan gaitada parazite rastlanmamıştır diye rapor aldığımda iyice pekişmişti.
Bu arada acil polikliniğine ACİL bir hasta gelir. O gün acil nöbetçisi ben olduğum için giderim.
– Geçmiş olsun hanım neyiniz var?
– Her tarafım kaşınıyor.
– Belli ki dahiliyeye sıra bulamamış, acil numarası ile muayene olacak. (Numarayı
yutmuş görünürüm. Klasik öyküden sonra…) Hanım sende solucan var mı?
– Var tabii..
O kadar doğaldır ki bura insanlarında parazit olması. Bir iki ilaç verir gönderirim.
Sonra polikliniğe beşinci hasta gelir. 40-45 yaşlarında gösteren bir hastadır bu.
– Günüm geçti.
– Kaç gün?
– 2-3 gün geçti işte.
– Kaç yaşındasın.
– 25 varım.
– (Bende 13 yaşındayım) Kaç çocuğun var?
– 8-10 var işte.
– Büyük çocuk kaç yaşında?
– Askerden yeni geldi.
– (Bu hesaba göre kadın 3 yaşında evlenmiş, 4 yaşında doğurmuş oluyor. Ama ben
hastayı hiç üzmeden masaya alır, muayene ederim. 4 aylık gebedir.) Hanım sen 2-3 gün günüm geçti diyorsun 4 aylık gebesin.
– Ne bileyim doktor bey, geçti işte biraz. Sen bu çocuğu alamaz mısın?
– Alamam hanım, teknik olarak olanaksız. Sen en iyisi bunu doğur.
– O zaman sen almasını bilmiyorsun. Ceyhan’da daha iyi doktorlar varmış ben de
oraya giderim.
Güle güle der gönderirim, yaşını, gününü bilmeyen, çocuk istemediği 40 yaşından sonra aklına gelen 4 aylık gebeyi. Altıncı hasta gelir.
– Gebelik kontrolüne geldim.
– Hoş geldin. Kaçıncı gebelik bu?
– Siftah.
– En son ne zaman adet gördün?
– Bilmemmm… (Artık alışmıştım bilinmemesine, ama yine de sormadan
edemiyorum.)
– Ne zaman evlendin?
– Seçimden 15 gün evvel.
– Çocuk oynuyor mu?
– Hee…
– Ne zamandan beri oynuyor?
– Oldu işte biraz.
– (Sinirlenmek yok.) Kaç ay?
– Bilmemmm…
Artık kızabilirim, sinirlenebilirim, çileden çıkabilirim. Ama kendimi tutuyorum.
– Bakınız sayın hanımefendi… İnsan ilk gebeliği olur da nasıl olur son adet tarihini,
gebelik ayını, çocuğun ne zaman oynadığını bilmez? Bu mutlu olayı günü gününe takip etmez. Sizi anlamakta güçlük çekiyorum. Kendi sağlığınıza biraz özen göstermeniz gerekmez mi? Çağ atlayan ülkemize yakışır çağdaşlıkta olmak için ortaçağdan biraz çıkmanız gerekmez mi?
Zavallı hastam, hemşire hanıma bakar soran gözlerle, acep doktor ne dedi? Aynı soran
gözlerle hemşire hanımda bana bakar. O da bir şey anlamamıştır. Sonra aklıma takılır, sorarım.
– Hanım biz hangi aydayız?
– Bilmemmm…
– Bir yılda kaç ay vardır?
– Bilmemmm…
– Bir ay kaç gündür?
– Bilmemmm…

O zaman jeton düşer bende. Zavallı hastam, ayı, günü, yılı bilmez ki ne zaman gebe
kaldığını bilsin, gün tutsun, doğumu beklesin. Ve işte o zaman böyle bir hasta karşısında sinirlendiğim için kendimden, 1987 yılında Adana’ya 110 km uzaklıkta böyle bir vatandaş olduğu için eğitim sistemimizden utanırım, öfkelenirim.

Ne kadar zor şartlarda da olsa
Alt yapısız bir hastanede de çalışsa
Maddi manevi problemleri de bulunsa
Doktor olgun olmalı
Hastayı mutlaka anlamaya çalışmalı.

Biraz düşünmeli hastaya bağırmadan önce,
Bağırmaya hakkım var mı?
Seni stress ve yokluk içinde çalıştıran bu düzende
Karşındaki hastanın bir suçu var mı?
Hastayı mutlaka anlamaya çalışmalı.

Evet, hastayı mutlaka anlamaya çalışmalı, iyi davranmalı. İşte anlamaya çalıştığımız
iki hasta. İki öyküde kurban bayramında geçer. Birisi benim başımdan, diğeri Dr.Halil Pulcuoğlu’nun. Bayramda tam ishal salgınının olduğu dönem. Bir de abur cubur yiyenlerin yakınmaları eklenince günlük acil poliklinik sayısı 120-130’larda, 30-40 hasta ishalden yatıyor. Yetişmek çok güç. Akşam saatlerinde 18 yaşlarında bir kız çocuğu gelir acil polikliniğine. Elinde 8-9 aydır bulunan bir siğili göstermeye gelmiştir. Kızım derim burası acil poliklinik, adı üstünde, görüyorsun hep acil hastalar, sen normal iş günü gel ve güzelce muayene ol. Babası karışır söze, sen doktor değil misin, bakmak zorundasın. Zaten canım burnumda.
– Beyefendi, siz bugün bankaya gitseniz size para vermek zorundalar mı? Değiller.
Çünkü tatil günü. Bizim işimiz de öyle. Tatil günü acil dışında hasta bakmayız.
– Doktor, hastalık işi ile para işini bir tutma. Kızım hasta, mecbur bakacaksın.
– (Şeytan diyor vur bir tane herifin kafasına, acillik olsun, ondan sonra bak. Ama
olmaz hastayı anlamaya çalışmalı.) Ben acil doktoruyum. Yalnızca acile bakarım. Siğil acil değildir. Bu nedenle burada muayene edilmez.
– Yani sana muayene olmak için ille kolumuzu kafamızı kırmamız mı gerekiyor.
Yoksa birkaç kuruş mu sıkıştırmalıyız?
– (Gel de bu adamı dövme, gel de sinirlenme) Hayır beyefendi, para vermeniz
gerekmez, ama kırdırın kafanızı zevkle bakarım.
Adam kızar, bende seni şikâyet edip sürdürmezsem diye bağıra çağıra gider. Gerçekten de şikâyet eder, savunmam alınır.

“Doktor olgun olmalı
Hastayı anlamaya çalışmalı”

İkinci olay bayramın üçüncü günü Dr.Halil Pulcuoğlu’nun başından geçer.
Gece saat 23.00 sıralarında yanıklı bir çocuğu hastaneye getirirler. Halil muayene eder reçete yazar. Gazlı bez, Silverdin, Rifocin vs.. Hemen alın gelin pansumanını yapayım der babasına. Adam burası devletin hastanesi değil mi, ilaçları siz verin ve yapın der. Halil “Beyim keşke olsa da versek, yok. Burası Devlet Hastanesi ama döner sermayemiz yok, ödeneğimiz yok, ilacımız yok. 6 ay evveline kadar doktor da yoktu. İşte beni buldunuz ona şükredin, alın gelin malzemeyi, pansumanı yapayım” der. Adam inatçı, hayır der malzemesini de verip yapmak zorundasınız. Günün belki de 150’nci hastası. Şansı var ki Halil’de peygamber sabrı var. Karınca incitmez. Beyefendi der, malzeme yok, alıp gelirseniz yaparım, yoksa yapamam, o kadar. Adam öyleyse ben bu pansumanı yapmıyorum diye bir kağıda yazın, bana verin sizi şikâyet edeceğim der. Halil adamı kazasız belasız göndermek için bir kağıda yazar imzalar verir. Adam beğenmez. Siz benim istediğim gibi yazmamışsınız, malzeme olmadığı ve hasta sahibi almadığı için pansuman yapılamamıştır diye yazmışsınız. Bu olmamış. Ben pansuman yapmıyorum diye yazın ve imzalayın der. Halil dayanamaz, (Yumuşak atın çiftesi pek olur) Heyytt defol başımdan be adam diye bağırır, tüm gücüyle masaya bir yumruk indirir. Sonra adam korkar kaçar, masaya bir şey olmaz. Halil 15 gün sağ kolu sargılı gezer.

“Doktor olgun olmalı
Hastayı mutlaka anlamaya çalışmalı”
Ya doktor,
Görüldüğü yerde vurulmalı.

Atatürk Cd. Kemal Özülkü İşhanı K:10 Adana